Dua nasıl ruhumuzu Yücelerin Yücesi Mevla’ya yakınlaşması ise, fırçalarımızın raksı da elimizin zikri olsun. Öyle bir edep nasip olsun ki bedenimiz ruhumuz Mevla aşkıyla konuşsun, dile gelsin Sevgili Süreyya.
1983 yılının yaz aylarıydı. Tezimin konusunu alıp İstanbul’da Süleymaniye Kütüphanesi’nde son stajımı yapmaya başlamıştım. Bir taraftan da Osmanlı zamanında inşa edilmiş kütüphaneleri geziyor araştırıyordum. Ragıp Efendi Kütüphanesi, Millet Kütüphanesi, Ali Paşa Kütüphanesi, Şerriye sicilleri……..
Bazı kütüphanelerin kütüphanedeki camlı ahşap korunaklı dolaplar şeklinde bazıları da demir bir tabaka içinde korunaklı yapılmış. Halimoğlu Ali Reşat odanın ortasında asma merdivenle çıkılan bir serender gibi kitapları saklama amaçlı değişik teknik uygulanmıştır. Bazıları da rutubetten koruma amaçlı bodrum katlarında bir kuyu kazılmış. Şeriye sicilleri arşivine geldiğimde kütüphane görevlisi kütüphaneden bir kitap çıkarıp sayfaları üzerine düşülmüş notları bana gösterdi. Kebikeçle tanışmam işte o zaman oldu. Ya kebikeç, Ya Hafız… Kırmızı lal mürekkebi ile yazılmış notlar. Kitapların sayfalarının böcekler tarafından tahrip edilmemesi için kitapları koruduğuna inanılan bir perinin ismi.
Onu sevdim… Kebikeçi sevdim. Hayatta değer verdiğim özelleştirdiğim sayfalarını okşayarak okuduğum çocukluğumun en güzel arkadaşı kitaplardı. İstanbul’da yetmişlerde babamın servisi bile yokken özel araba ayarlayıp Çapa’dan Cağaloğlu’na İstanbul Kız Lisesi’ne gidip gelmemi sağladı. Ben bu sayede bütün hayatı, insanların neler yaşadığını, nasıl hayatları olduğunu kitaplardan öğrendim. Benim için kitap en değerli dosttu.
Değerli dostumun koruyucusu varmış. İnsanlar bazen monotonluktan çıkıp bir olağandışılık arama ihtiyacı istiyor. Bunun için yapılacak bir sürü hoş ve nahoş yolu olabilir. Hiç birini kabul etmeyip bunu çocukça kabul edilebilir bir enstantane olarak düşünüyorum. Hocam böyle düşünmediği için tezimde yer almadı. Kebikeç öylece ruhumun raflarında kaldı.
Ta ki…. Tezhip grubumuzun bir adı olsun düşüncesine kapılana kadar kaldı. O zaman isimleri öğrencilerimin önüne koyunca o da ulur bu da olur bu isim değişik geldi. Bende hatırasını anlattım. Konuştuk, sonrasında Asitane’ yi uygun bulundu grup ismi olarak kullanılmaya başlandı. Fakat şöyle bir şey yaptım. Ebuzer Özkan hocama bir yazı yazdırdım. Onu mühür haline getirttirdim. Öğrencilerimin eserleri arkasına mühür olarak basmaya başladım. Bu arada kebikeçle ilgili yazılar gazetede çıktı. Kitaplara konu oldu. Kebikeç duyulmaya başladı. Diğer insanlarında haberi oldu.
Sevgili öğrencim Süreyya, tezhip konusunda arşivci ruha sahiptir. Elde ettiği bilgileri paylaşmak amacı ile bir site kurmuş. Buna kebikeç adını vermeye karar vermiş. Hocam ne yapalım diye sordu. Bende tezhip yolculuğunu beraber yaptığımız Süreyya’ ya kebikeç sitesinde bu anımı paylaşmak istedim. Geçen gün internette bizim mührümüzün dolaştığını söylediler. Bende hatırası bilinsin istedim. Bu hatıranın son halkası da bu gruptur. Hayırlara vesile olması dileğiyle.
Ayrıca öğrencim içinde söylemek istediklerim var.
Dua ruhumuzun Yüceler Yücesi Mevla’ya yükselişi. Aşığın Maşuğa halin arz çabası ile bu sanatta bize nasip olduğu için şükürler olsun. Fırçalarımızın raksı elimizin zikri olsun. Öyle bir edep nasip olsun ki bedenimiz ruhumuz Mevla’mın aşkıyla konuşsun dile gelsin. Sevgili Süreyya yolun açık olsun.
Hümeyra Akakuş Yücel